Gürültü ve Ego
Etrafta yoğun bir gürültü var. Bunlar aslanların kükremesi veya gökyüzünün gergin sesleri değil. Bu gürültü; tutarsızlık içinde olan ve birbirine bağlanamayan, daha kesin ve yüksek tonda meşruluk sağlayacağına inanan egonun gürültüsü. Aslanın, göğün ve tabiatımızda olup gerektiğinde susan bütün gerçekliği baskılamaya çalışan bir gürültü. Mükemmele bir kaldığı hissiyatıyla gözümüzü ayırmadığımız, takip etmekten yorulduğumuz ve tamamlayamadığımız o “bir eksiğin” içinde kaybolduğumuz vitrinlerin gürültüsü.
Kaos, varoluş amacını isteklerinin ve belki daha masum olarak ideallerinin gerçekleşmesi olduğunu sanan insanın kaosu. Bu da olağandışı bir durum değil. Olanlar elbet olacaktır ama bir gözlem kulesi de değiliz. Böylece kendimize ve çevremize hatırlatmalıyız.
Bizler, insanlar evrendeki misyonumuzdan bahsediyoruz ve bazen de dünyada ve belki de küçük çevremizde olanlardan.
Kendi arzularımızla savruluyoruz. Bunun gibi, iyi ve kötü niyetlerle çizdiğimiz idealler içinde de savruluyoruz. Çünkü zorluyoruz.
Neyi zorluyoruz?
Mutluluğu, üzüntüyü, acıyı, hayalleri, toprağı, gönülleri ve neyse o olan türlü şeyi.
Öyle tuhaf ki karşımıza çıkan doğal ve aşmanın mecburi olduğu zorluklarla mücadele etmekten kaçmak için kendimize, kendimize daha yakıştırdığımız zorluklar dahi seçebiliyoruz.
Aslında karşımıza çıkacak zorluğu bile kendimiz seçmek istiyoruz. Yakındaki sınav ilgimizi çekmiyor.
Mutluluğumuzu ve kolaylığı zaten kendimiz seçmek istiyoruz. Yakındaki güzellikler ve incelikli sözler uyuklatırken göğsümüzde doğan anlık heyecanı, sabrın içimizde genişleteceği zamansız huzura tercih ediyoruz.
İnsanları, yemekleri, yaşayacağımız coğrafyayı, seveceğimiz hayvanı, solaryumda ten rengimizi ve burnumuzun eğimini, doğuştan gelen özelliklerimize kadar her şeyi kendimiz seçmek istiyoruz ve arzularımızın peşinden gidiyoruz.
10 yıl, 100 yıl, hatta hep daha iyi bir dünyanın nasıl olacağına dair fikirlerimiz dahi net ve kesindir. Oldukça da emin olmak zorunda hiiseder insan çünkü önce kendini ve sonra çevreni buna ikna etmek zorundasındır.
İnsanın bütün enerjisini de bu alır; savunduğu ve yaptığı bir yanlıştan dönmek yerine, sırf öyle tercih etmekte konumlandığı için onun arkasında durmak ve yenisini imar ederek düzeltmeye çalışmak. Oysa sevdiğim bir söz şöyle diyor. “Modern insan imar etmeye başladığında imar ettiğinden çok daha fazlasını yıkar.”
Gerçekliğini, kendini kabul etmeye cesaretin su veya toprak kadar olamadığında böyle oluyor dostlar.
Açık konuşmak gerekirse çoğumuz sandığımız hiçbir misyon, vizyon, ideal, haz veya amaç üzere burada değiliz. Göğün gürlemesine gerek yok, rüzgar tenimize değdiğinde ürkmemiz ve sonra ufak ümit etmemiz gerekirdi.
Abartının hükmünde hiçbir değer oluşamaz. İçimize sinmeyen şeylerle yaşamlarımız doldurularak kendimizle iletişim kurmamız yasaklandı. Çünkü maalesef hepimiz kendimizle diyaloğa girmeye cesaret edemeyecek kadar travma etkisi yüksek illüzyonlarla ve gürültüyle yaşatıldık ve yaşatılıyoruz.
Eğitim sistemlerinde üzerine heyecanlanmamız gerektiği konusunda hem fikir olunan şeyler manipülasyondan ibaret.
Biz neyi hesaplayabildiğimizi sanıyoruz?
Biz kimiz ki neyi tastamam ölçüyoruz ve geleni doğru karşılamak yerine deli gibi planlar yapıyoruz?
Gördüğü veya işittiği hakkında dikkatli olmalı insan. Çünkü hemen zanna düşer.
Belki de hiç algılandığı gibi değildir şeyler…
Neyse, korkacak bir şey yok, hiçbirimizin şahsi planlarının gerçekleştiği yok.
Yapan yalnız kendine yapacaktır.
Bundan oldukça eminim.